Sabaha karşı komşumun ağlama çığlıklarıyla uyandım. Aradım. Virüs psikolojisini bozmuş, gürültü yaptığı için özür diliyordu. Telefonum çaldı. Yine ağlayan bir ses: “Semra Abla evde İsviçre çakısı var. Damarımı keseceğim, dayanamıyorum”. Dünyada durum farklı mı? Hayır. Ünlü bir futbolcu salgından korunmak için ada satın almış. Korku akli melekelerimizi kaybettirdi. Dünyanın her yerinde politikacıların da kışkırtmasıyla Asyalılara karşı şiddet eylemleri gerçekleşiyor. Trump’ın bu virüsü “Çinli virüs” olarak adlandırıp Çinlileri virüsle özdeşleştirip damgalaması eylemlerin daha da körüklenmesine neden oluyor.
Neden bu kadar öfkelisiniz? Niye kaçıyorsunuz? Dünyadaki yoksulluğa adaletsizliğe neden böyle tepki vermediniz? Bugün dünyada günde 22 bin kişi açlıktan ölüyor. Binlercesi de doktorsuzluktan ya da ilaçsızlıktan. Umrunuzda oldu mu? Hayır. Bu virüs sınıf tanımadı değil mi? Virüs insana dinini, sınıfını yaşını sormuyor değil mi? Bunun tedavisi şuan yok. Yoksul biri gibi sadece sabunla ellerinizi yıkmak, kolonya kullanmak zorundasınız? Virüsten Aralık ayından beri dünyada can kaybı sayısı 30 bini aştı. Her yıl sıtmaya yakalananların sayısı 300 - 500 milyon. Bu hastalardan, her yıl, iki milyona yakını ölüyor. Ölen bu insanların, bir milyonu maalesef beş yaş altı çocuklar. Savaş, hastalık, doğal afetlerle günde 30 bin çocuk ölürken, hangi uluslararası örgüt dünyaya çağrı yaptı? Neden korkuyorsunuz? Oysaki kendinizi izole ederek, evden çıkmayarak, hijyene dikkat ederek bu salgından korunabiliriz. Hükümetin mücadelesinde bir tuhaflık var; bir yanı ile ciddi görünürken, diğer yanı ile lakayt. Dışarı çıkmak yasak. İşe gitmek serbest. Dolmuşa binince sosyal mesafe kuralı nasıl uygulanacak? En ön koltukla en arka koltuk arası zaten 2 metre. Pikniğe gidilmeyecek. Pazar günü değil pazartesi ise gidilecek. O nasıl olacak? Vali bu yasaklara neye göre, nasıl karar verecek? Belli değil? Okullar tatil. 20 milyon öğrenci evde eğitimde(!) Eğitimde fırsat eşitliği yok. “Hayatta en hakiki mürşit şahsımdır” diyen anlayış herkesin evde bilgisayar ve interneti olduğunu kabul ediyor. Türk usulü eğitim ulaşılabilir, erişilebilir ve ücretsiz değil. “Ekmek bulamazsan pasta ye” denmişti. Salgında işsiz kalan emekçiler evdeki interneti çoktan iptal ettirdi. Onlara “Depresyona girme internete gir” deniyor.
256 üniversitemiz var. Alanı sağlık olan hiçbir üniversite virüsle ilgili şu bilimsel çalışmayı başlattık diyemiyor. Yurtdışından aldığı verilerle hareket ediyor. İnsanların virüsü yok etmek için bulduğu çözümler akıllara ziyan: soğan ve saç kurutma makinesi. Her odaya bütün soğan koyarak, zavallı sebzenin bütün virüsleri emmesini bekleyemeyiz. Soğan durduğu yerde bakteri üretmekten başka işe yaramayacaktır. Soğanı yemeğe doğrayalım. Burnumuza saç kurutma makinesi tutarak mukozamızı tahriş etmeyelim. Saç kurutma makinesini kendi işlevi için kullanıp, banyoda neşelenmek istiyorsak şarkı söylemeyi seçelim.
Korku kültürü oluşturulmasına sebep oluyoruz. Sıradan zamanlarda sanki ülkede yoğun bakımda hiç ölüm olmuyormuş da, şimdi tüm yoğun bakımlarda ölümler bu virüs yüzünden oluyormuş gibi bir algı oluşturuluyor.
Koronayak yapılıyoruz! Korkuya teslim olmak yok; korkuya teslim olmak, Corona'dan ölmekten yüz bin kere daha korkunç.
Peki, bu sanal devrimi gerçekleştirmek isteyenlerin yarattığı bir korku iklimi ise; amaç koskoca devletleri dize getirmek ise bu coğrafyada bunun da çözümü var. Ulus devletler çöker ise şehir devletleri hatta siteler ortaya çıkar.
Unutmayalım, Şehirlerimiz bizim kimliklerimizdir. Biz şehirleri biçimlendirirken sosyal yaşamda bizi biçimlendirir. Elbette ki virüsten önceki İzmir ile virüsten sonraki İzmir aynı olmayacak. 8500 yıllık geçmişe sahip bu kentte yaşadıklarımızı da unutmayacağız. Ve tüm İzmirliler “bizi öldürmeyen şey güçlendirir” diyerek bu sınavdan da alnının akıyla çıkacaktır.
Smyrna, M.S 177 yılında deprem sonucu yerle bir olunca Aristides Roma İmparatoru Marcus Aurelius'a şehrin yıkımını öyle etkili bir dille kaleme aldı ki, bu satırlardan etkilenen İmparator çok önemli maddi destekte bulundu. Mektupta şöyle bir cümle vardı; “Batı rüzgârları ıssız topraklarda esiyor artık".
İzmir’in ıssız sokaklarında esen rüzgâr…
Cesaret ve umutla.