Özel, 'sürece' dair ise "Bu iş 80 yaş üzeri birkaç kişinin akran dayanışmasına kurban edilemez" yorumunda bulundu.
Özel, grup toplantısının ardından ATV muhabirinin sorusuna yanıt vermedi.Özel'in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:"AİLELERİYLE TEHDİT EDİLENLER BİZİM ARKADAŞIMIZ"
“İktidarlarının ve ittifaklarının bu konudaki yaklaşımını bugün Sayın Devlet Bahçeli açık açık söyledi grup toplantısında. Dedi ki ‘Kol kırılsın, yen içinde kalsın istiyoruz.’ İnsan gerçekten duyduğuna, gördüğüne inanamıyor. Sayın Bahçeli, Sayın Erdoğan kırılan kol bizim, kırılan kalp bizim, saldırılan haysiyet bizim, aşağılananlar bizim arkadaşlarımız, aileleriyle tehdit edilenler bizim arkadaşlarımız. Ama diyorsunuz ki ‘Sizin kol kırılsın, bizim yenin içinde kalsın.’ Bu memlekette kol kırık, cep delik, cepken delik, insanlar yoksul, adalet sakat ama kendi düzeniniz sürsün istiyorsunuz. Sayın Bahçeli, ‘Kızılcık şerbetini Tayyip Erdoğan’ın etrafı içsin’ diyorsunuz. Ama biz kan kusalım ‘Kızılcık şerbeti içtik’ diyelim istiyorsunuz. Kusura bakmayın hiçbir yerde o yoğurdun bolluğu kalmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi milletiyle birlikte ayaktadır, hakkını aramaktadır, sonuna kadar da arayacaktır. Bakın Türkiye’nin 6,5 milyon oy almış bir siyasi partisiyle Meclis’te merhabalaşıyoruz diye bizi terörist ilan ediyordunuz. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’de nasıl bir sürecin içindesiniz? Yıllarca bebek katili dediğiniz kişiye ‘kurucu önder’ diyorsunuz. Bunların hepsi milletin gözünün önünde oluyor.Cumhuriyet Halk Partisi, tarihsel bir tutarlılık içinde geçmişte ne dediyse bugün aynı şeyi söyleyen, demokrasi, barış, kardeşlik isteyen, herkes eşit olsun isteyen, kimsenin hakkını yemeyen ama kimseye de hakkını yedirmeyen bir siyaseti takip ederken; şimdi ‘Ben zulmedeyim, siz susun, pısın, sessiz olun’ istiyorsunuz. Bu kişisel bir şey olsa neyse de şunu biliyor musunuz? Biz bir kelime eksik söylersek, siz bu milleti susturacaksınız. Biz bir adım geri atarsak, siz bu ülkeyi 50 yıl geriye götüreceksiniz. Biz bir santim eğilirsek, siz bu millete diz çöktüreceksiniz. O yüzden ne bir kelime eksik konuşacağız, ne bir adım geri atacağız, ne bir santim eğileceğiz.”ERDOĞAN'IN "AVRUPA'YA ŞİKAYET" SÖZLERİNE YANIT
İktidarda kalabilmek için her tavizi veren kendini düşünen bir iktidar anlayışı var. Erdoğan ortaya çıkan görüntüden çok rahatsız olmuş. Diyor ki siyasi hayatımın hiçbir yerinde eğilmedim, bükülmedim. Sayın Erdoğan'ın omurgalı duruşundan birkaç tanesini hatırlayalım. Rus uçağı düşürülünce cumhurbaşkanı ve başbakan yarışa girdi. Erdoğan çok kızdı, ben düşürdüm dedi. Putin, senin ailenin zenginleşmesini ve taşıdığı petrolleri AB'ye sunacağım dediğinde özür mektubu yazdı. Çok omurgalı bir duruş gösterdi.
Trump'tan bir telefon geldi. Rahip Brunson akşamüstü kendini Beyaz Saray'da buldu. Trump her aklına geldiğinde nasıl verdi ama papazımı diye konuşuyor. Çok omurgalı bir duruşu var Erdoğan'ın.İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği söz konusu oldu. Biz dedik ki NATO'da açık kapı politikası var. NATO'nun o kanadının da güçlenmesi lazım. Vay Finlandiya İsveç vaktiyle PKK'lılar iki tur döndüler orada eylem yaptılar. Siz nasıl PKK'nın hamisi ülkeyi NATO'ya sokarsınız dedi. 4 ay sonra günü geldi. İlk imzayı kendi attı. Kalemi Avrupalıların elinden kaptık. İlk imzayı kendi attı. Ama omurgalı bir duruş sergiledi Erdoğan Batı'ya karşı. Birleşik Arap Emirliklerine 15 Temmuz'dan sonra darbenin finansörü dediler. Yeni Şafak gazetesinden Emiri'in fotoğrafını basıp darbenin finansörü altına kocaman puntolarla şerefsizler diye manşet attılar. Daha sonra gidip Birleşik Arap Emirliklerinde kardeşine sarılmaz insan o kadar. Emire öyle sarıldı. Para istedi yaklaşan seçimler için. Cemal Kaşıkçı cinayeti bu ülkenin topraklarında işlenen bir cinayetten Suudi Arabistan'ı doğrudan sorumlu tutup katil ilan edip daha sonra doların yeşilinin ucunu gösterdiklerinde dosyayı iadeli taahhütlü bile değil, tek taraflı karşı tarafa ön ödemeli olarak Erdoğan aldı yolladı yetiştirdi.Trump Erdoğan'a aptal olma diye mektup yazdı. O mektubu katlarım cebime koyarım dedi. Hala orada duruyor. Dışişleri Bakanı bizden randevu dileniyorlar dedi. Bunu dedikten iki gün sonra randevuya gitti. ABD elçisi Trump akıllı adam. Erdoğan'da olmayanı verecek. Kendisine meşruiyet verecek her şeyi alacak. Çok da güzel olacak sonu dedi. Tam da dediği gibi gitti. Boeingleri satın aldı. Pahallı gazı satın aldı. Nadir toprak elementlerini peşkeş çekti. Ne varsa verdi. Karşılığında hileli seçimleri en iyi bu bilir ama seçim yapılırsa bu kazanır diye Türkiye'de olmayan meşruiyeti güya Trump'tan aldı. Omurgalı duruş diyorsun ya. Omurga dediğin 33 omurdan oluşur. 6 tanesini bir nefeste saydım. 33 tanesini iki nefesle saymazsam namertim.
Eğer sen omurgalıysan şimdi bir omurgalı duruşu daha hep birlikte yaşıyoruz. Milletin önünde bir konuşalım. Gazze'de 2 yıldır İsrail'in soykırımı var katliamı var. Mısır'da bir ateşkes mutabakatı imzalandı. Biz ilk baştan beri bu sürece hep şöyle yaklaşıyoruz. Bu adil bir barış değil. Ama Aliye İzzetbegoviç'in söylediği gibi kötü bir barış süren bir savaştan iyidir. Hiç olmazsa 67.000 Filistinli ölmüş. Yarısı kadın ve çocuk. Bundan sonra ölümler durdurulamıyordu. Gazze tamamen sürülüp gidiyordu ve Trump'ın oradaki hayalleri ortadaydı. Kan akmamasına, çocukların açlıktan ölmemesine, kadınların ölmemesine, ekmek kuyruktakilerin taranmamasına bir umut varsa peki dedi bütün dünya.Ne zaman bölüm konusunda anlaştılar. 150 ülke Filistin'i tanımışken kendilerince bir manevra yaptılar. Bizim yandaş basın utanmadan iç siyasette bir katkısı olur mu diye bunu bir başarı gibi sundular.
“GÜYA NETANYAHU GELECEKMİŞ DE ERDOĞAN KARŞI ÇIKMIŞ”
“Dün Mısır’da Trump’ın şımarık ve alaycı bir şovunu bütün dünya ibretle izledi. Trump bu şovdan saatler önce İsrail Parlamentosu’nda bir konuşma yaptı, Netanyahu’ya ‘Sen bir savaş kahramanısın’ dedi. Herkesin içinde ‘Ona kullanması için en iyi silahlarımızı verdik. O da iyi bir iş çıkardı’ dedi. İsrail Parlamentosu’nun Başkanı tek tek savaş suçlularını, o katliamları yapanları anons etti. O komutanlar tek tek ayağa kalktılar. Bütün salondan alkış aldılar. Çoğunda Trump da ayağa kalktı. Ayakta alkışladı onları, 67 bin kişinin katillerini. En şahin bakanlar anons edildi, en çok onlar alkış aldı. Hani ‘Bütün Filistinliler ölmeden buralara huzur gelmez’ diyen en şahin bakanlar en çok alkışı aldı. Trump da onları ayakta alkışladı. Sumud Filosuna saldıranları ayakta alkışladılar. Trump döndü ve dedi ki ‘Sevinebilirsin, mutlu olabilirsin. Savaşı sen kazandın, başardın’ dedi. ‘En iyi silahlarımı sana verdim. İyi iş çıkardın’ dedi, dakikalarca alkışladı. Sonra oradan Mısır’a geçti. Herhalde Türkiye’yi… Yurtdışındaki birçok konuda Erdoğan’ı takip ediyor, izliyoruz. Zaman zaman doğru tutum aldığında ‘Destekliyoruz’ diyoruz. Hiç çekinmeden bu kürsüden söyledim: ‘Rusya ve Ukrayna arasında taraf olmamak, barışa aracılık etmek, tahıl koridoruna çalışmak doğru iş. Biz de olsak aynısını yapardık’ dedik. Çoğu zaman yanlışlarını eleştirdik ama hiç dünkü kadar utanmamıştım. Hiç dünkü kadar midem bulanmamıştı. İsrail Parlamentosundaki o şov yetmezmiş gibi bir de güya ‘Netanyahu da gelecekmiş de Erdoğan karşı çıkmış.’ Netanyahu nereye geliyor? Eli kanlı adam, katliamların faili, soykırımcı Netanyahu. Bizim onu Lahey’de yargılatmamız lazımken, 67 bin kişinin kanının hesabını sormamız lazımken, ‘Neredeyse bir araya geleceklermiş de karşı çıkılmış.’”
"BARIŞ ANLAŞMASI DEĞİL, ATEŞKES İMZALANDI"
67 bin Filistinli katledilmişken İsrail'in davuluyla, zurnasıyla halaya duran yandaş basına diyorum ki sizde ne yerlilik var ne millilik var şu kadar vicdan yok, sadece yalakalık var, sadece yalakalık İmzalanan şey barış anlaşması değil, ateşkes anlaşması.AMASRA MADEN FACİASI
Bugün 14 Ekim Amasra'da Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun madeninde 43 işçiyi yitirdiğimiz facianın 3. yıl dönümü. Soma'da 301 evladımızın kaybından ders çıkarmayanlar o madene dünyanın en güvenli madeni demişlerdi. Oysa o faciadan önce Soma'dan bugüne ölenlerin ailesine verilen sözler tutuldu. Kalan madencilere verilen sözler kısmen tutuldu. İş güvenliği ile ilgili taahhütlerde arpa boyu yol alınmadı. Türkiye'nin dört bir yanında madenciler günde 3 vardiya ölüme inip çıkıyorlar diye söylemiştim. Ardından dünyanın en güvenli madenidir diye etiketledikleri madende 2019 Sayıştay raporu yüksek risk var demesine karşın tedbir alınmadı ve o günden bugüne de yargılama safhası sürüyor. Ve katliamdan sonra sanıklara verilen cezalar yürekleri soğutmadı. 4 kişi hakkında olası kasıt suçu bilinçli taksire çevrildi. Yani cezalar indirildi. 2,5-3 yıla kalmaz salıverilecekler. Madenci ailelerinin itirazıyla eski TTK Genel Müdürü ve Enerji Bakanlığı müfettişlerine soruşturma izni verildi. Görevi ihmalden dava açıldı. Cezanın üst sınırı 2 yıl. Yani tabiri caizse halk arasındaki deyimle yatarı yok. Yani aileler istiyor diye tamam tamam dediler. En üst sınırdan ceza alsalar bir gün yatmayacaklar. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi bir facia, bir kaza olduğunda o gün ona ağlayan, manşetlerle bir yas tutan, manşetler susunca, kameralar gidince köşelerde yer bulmayınca unutan bir parti değil.
"BİR DAHA YARGILANACAKLAR"
Soma davasını her bir davasını ilk günden son ana kadar nasıl takip ettiysek Amasra'yı nasıl takip ettiysek toplumdaki toplumsal yara toplum vicdanında yara açan ve adaletin tecelli ettiğine toplumun vicdanının ikna olmadığı tüm davaları tüm süreçleriyle takip etmeye devam ediyoruz. Gün gelecek o gün bu grup burada olmayacak. Daha büyük olan bir salon var. Orada olacağız. Ama o gün çıkacağım. O günkü grup toplantımızda partinin genel başkanı olarak hepinizin gözünün içine baka baka ve o localarda birilerini getirilip de alkışlattırılan, slogan attırılan birileri değil Soma aileleri, Amasra aileleri, Ermenek aileleri, Çorlu aileleri, Lokumcu'nun ailesi, Gezi'de katledilen kardeşlerimizin aileleri, Berkin Elvan'ın annesine diyeceğiz ki bu davaların hepsini tekrar açıyoruz. Bir daha yargılanacaklar.“İL BAŞKANLIĞIMIZA SALDIRIYA YÜZDE 80 TEPKİ VAR”
Şüphesiz memleketin birbirinden önemli gündemleri var. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ‘Yurtta barış, cihanda barış’ ilkesini savunan bir partiyiz. Ülkede kutuplaşma, kavga değil; kardeşlik, kucaklaşma istiyoruz. Gördünüz seçim kazandığımız akşam ne konuşmuştuk? Biz çok seçim kaybettik hep beraber arkadaşlar. 47 yıl boyunca birinci parti olamadık, seçim kaybettik. Biz kaybettik, adayımızın kapısında sabaha kadar zurna çaldılar. Biz kaybettik, adaylarımızın bulunduğu sokakta trafiği kilitlediler, sabaha kadar çocukları uyutmadılar. Alay ettiler, referandumu kazandıkları belli olmadan ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ dediler. Kendi evlerinin önünde, Üsküdar’da teşekkür konuşması yapmak için seçildiğinde evinin önünde otobüs üstüne çıktılar ve o günkü adayımıza seçimden önce taktığı lakabın alaycılığıyla hitap ettiler.Kazandığında küstahlaşan, burnu büyüyen, zoru görünce biraz pusan, ilk fırsatta saldırganlaşan bir kötülükte mücadele ediyoruz. Öyle ki biz seçim kazandığımızda dedik ki ‘Arkadaşlar Süleyman Seba gibi olun.’ O, Beşiktaş kazandığında Türkiye Kupası’nı, bütün takım zıplarken sevinçten, kapıyı açıp ‘Durun be çocuklar’ demiş, ‘Yanda sizin kadar hak eden ve şimdi kahrolan bir takım var. Onları düşünün, o kadar sevinmeyin.’ Biz seçim kazandık ve dedik ki ‘Taşkınlık yapmayın, davul - zurna çalmayın, eve gidin. Bu seçimin kazananı biziz, kaybeden yoktur. Biz milletimizi CHP’ye oy vermediğine pişman etmeyeceğiz. Yoksa bize oy verenlere ‘Nereden geldi bunlar?’ dedirtmeceğiz.’ O günden bugüne bu anlayışta çalışıyoruz. Birinci olduk, hiç görmediğimizi gösterdik; hepsini arayıp bayramını kutladık, siyasi partilerin genel başkanlarını partilerinde ziyaret ettik, partimize geldiler, ağırladık. Seçmenlerine hürmeten herkesle kurduğumuz ilişki saygı ve sevgi çerçevesinde oldu. Dedik ki ‘Biz yerelde iktidarız, siz genelde. Ama bu ülkede sorunlar milletin boyunu aştı, birlikte çözelim’ dedik. Milletimiz hatırlıyor bunları. Anadolu’da bu yaz hepimiz gittiğimizde gördüğümüz muamele… Yani bu yapılan haksızlıklara milletin yüzde 70’i ‘siyasi operasyon’ diyor. Yüzde 30’u bile bunlara inanmıyor. Hak veriyor millet. Daha dün Türkiye’nin en saygın araştırma kuruluşlarından biri… İsteyen gazeteci arkadaşıma, basın birimimiz hemen verecek. İstanbul İl Başkanlığı’na saldırı milletin gönlünde yüzde 80 tepki ile karşılanıyor. Düşünün bir partinin il başkanlığına beş bin polisle geliyorlar. Böyle bir sürecin içindeyiz. Biz böyle bir sürece rağmen kutuplaşma değil; kucaklaşma, barış, kardeşlik istiyoruz.
‘TUĞLA GİBİ İDDİANAME’LERİNİZİ BEKLİYORUZ”
“İç barışımızın, huzurumuzun, refahımızın önüne sürülen en önemli engellerden birisi, yine söylüyorum 19 Mart darbesi. Üzerinden 209 gün geçti. Geçen hafta burada suçlanan o arkadaşlarımızın ailelerinin vicdanı adına, ‘Hodri meydan’ dedim. Hodri meydan. Dönüp dönüp aynı iftiralar. ‘Hak etmediğimizi duyarsak, hak ettiğinizi duyarsınız’ dedik. O günden bugüne duyuyorsunuz sesi, duyuyorsunuz tonu. Duyuyorsunuz tehdidi bilmem neyi. Ama hep başka yerden. Hep başkasına güvenerek, hep başka tehditlerle. Ne dediğimizi, nerede durduğumuzu ve kimin onurunu nasıl koruduğumuzu biliyoruz. 209 gün geçmiş. 209 günde 209 yalan attılar, her sabah yenisini, hepsini çürüttük. ‘Bir delikli kör kuruş’ dedim, bugün emsal olmuş bazı metinlere. Bir delikli kör kuruş çıkmadı bizden. Ama birilerinin bakanlarının odalarından, elbise torbalarından, ayakkabı kutularından çıkan paraları önce ‘FETÖ’cüler koydu’ deyip sonra faiziyle geri aldıklarını bu millet unutmadı. ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’cılar bir yana, çalmadan çalışanları çekemediğinizi ve memnuniyet anketlerini hazmedemediğinizi biliyoruz. Şimdi FETÖ’cülerin ağzıyla, ‘tuğla gibi iddianame’ diyor. ‘Tuğla gibi iddianame’lerinizi bekliyoruz. Geçmişte FETÖ’cüler dedi, tarih önünde mahkum oldular. Mahcup oldular. Kimisi Türkiye hapishanelerinde mahkum yatıyor, kimisi sıçan gibi kaçtı Avrupa’da onursuzca yaşıyorlar. Ama biz arkadaşlarımızın da partimizin de nerede durduğunun, ne yaptığının farkındayız. İddianameler kendi Yargı Kolları Başkanı diyordu ‘Eylülde yazılacak.’ Hani? Ekimin ortası oldu. Eylül başında çıkacak olan yok. Arkadaşlar içeride, tutuksuz yargılama esas, kendileri söyleyip kendileri düşünüyorlar. Bir yandan da Türkiye’nin kurtuluş umudunda kimin adı geçiyorsa ona saldırmaktan çekinmiyorlar.”“ANKARA’YI REZALETTEN KURTARANA KUMPAS KURUYORLAR”
Dün Ankara’nın başkent oluşunun 102’nci yılını kutladık. Atatürk’ün kararlılığı, kuruluşu, kurtuluşu örgütlediği Ankara 6,5 yıldır Mansur Başkan’a emanet. Bundan rahatsızlar. Nasıl İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, yıllar sonra hiç seçim kaybetmeyen Erdoğan’a biri Beylikdüzü’nde, üçü İstanbul Büyükşehir‘de seçim kaybettirdiyse; Mansur Yavaş da burada, hem de artık Ankara’yı parsel parsel sattıklarını kendi Başbakan Yardımcıları, Meclis Başkanları, AKP’nin kurucu kadroları kabul etmişken; Ankara’yı onlardan alan, temiz yöneten, ‘Az laf, çok iş’ diyen, yavaş yavaş ama büyük bir azimle Ankara’yı içinde bulunduğu rezaletten kurtaran birisine, şimdi tek bir kuruşa el uzatmadığını bildikleri halde bayram kutlamaları ve konserlerden yolsuzluk çıkarmaya çalıştılar. Mansur Başkan iç denetim yaptırmıştı, sorumluluğunu yerine getirmişti. Oradan bir şey çıkmadı. Sayıştay geldi, denetledi. Tertemiz. Mülkiye müfettişleri aylarca araştırdı, hiçbir şey yok. Çıkan iddianamede Mansur Başkan’ın adı yok, ne sanık, ne tanık. Ama başsavcılık bakanlıktan soruşturma izni istiyor. Neden? Devlet memurluğu kanunu. Acaba etkili soruşturma yürüttü mü diye soracak. Ama bunun üzerinde tepinen bir anlayış, bir algı yönetimi yaratmaya çalışıyorlar. Yolsuzlukları öyle tuğla gibi, briket gibi kitap olmuş Melih Gökçek, iki tane briket gibi kitap var. 97 yolsuzluk dosyası savcılığın önünde duruyor. Ankara'yı parsel parsel satana soruşturma yok. ‘Metal yorgunluğu var sende’ dediler. Ne demek metal yorgunluğu? ‘Sen görevi bırak, yerine başkası gelecek.’ Direndi biraz. Sırıttı biraz kaypak kaypak. Tehdit ettiler. ‘Gereğini yapmazsan biz yaparız.’ Buradan vicdan sahibi bütün siyasetçilere soruyorum ve milletimizi şahit tutuyorum.Bir genel başkan, Özgür Özel, CHP’li bir belediye başkanına, ‘İstifa et, etmezsen ben yaparım gereğini’ dese ne yapabilir? Partisinden atabilir. Başka hiçbir şey yapamaz. Belediye başkanını millet seçmiş, yerinde oturur, yönetir. Çok çok partiden atarsın. Tayyip Erdoğan Melih Gökçek‘e ‘İstifa etmezsen gereğini biz yapacağız’ dedi. Melih Gökçek bu tehdit karşılığında istifa etti. ‘Gereğini yapacağız’ demek nedir? O kişi ya FETÖ’cüdür, kayyım atarsın o günkü mevzuatla. Ya yolsuzluk vardır, yargılarsın. Mahkemeye çağrılıp, bir kelime soruldu mu Melih Gökçek‘e? Bir soruşturma açıldı mı? FETÖ’cülüğü boyunu aşmış, hesabını verdi mi? Yolsuzluğun bini bir para, bütün AK Partililer biliyor. AK Parti’nin bakanları söylüyor. Buna bir kişi bir şey dedi mi? Yani örneği çoktur ama hani kirlenmekte birinciliği beyaza vermişler, AK Parti’de kirlenmekte birinciliği birine verecek olsan Melih Gökçek dışında ikinci bir isim söyleyebilecek biri var mı? Melih Gökçek’e dokunmayacaksın, dönüşünde 97 dosyası ile her şeyi ispatlayan, tek suçu bu millete hizmet etmek olan, beş yıl sonra kantara çıkınca yüzde 60 basan, yüzde 60, Ankara’da yaşayan herkes yüzde 60’la Mansur Yavaş‘ı seçmiş. Sen ona karşı kumpas kuracaksın. Ekrem Başkanımızın da bütün arkadaşlarımızın da burada yapmaya çalıştıkları algı yönetimine inat Mansur Başkanımızın da sonuna kadar yanlarındayız, arkalarındayız ve bütün gücümüzle de yanlarında olmaya devam edeceğiz.”
"BU NAMUSSUZ DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYE TALİBİZ"
Türkiye'de verginin yüzde 89'unu siz ödüyorsunuz yüzde 11'ini zenginler ödüyor. Bakın bu rakam bu rakam bu oran tam da zurnanın zırt dediği yerdir. Bir ülkede dolaylı vergi alınır mı? Alınır. OECD ülkelerinde de yüzde 20'lerde dolaylı vergi var. Dolaylı vergi dünyanın en alçak vergisidir. En haksız vergisidir. Niye? Bir fabrikatörle çok para kazanan o fabrikanın kapısındaki bekçi aynı vergiyi verir. Neye? Elektriğe, suya, cep telefonu görüşmesine, süte, zeytinyağına, yumurtaya çocuğunun okul servisine aynı parayı aynı vergiyi verir dolaylı vergi. Bu dolaylı verginin oranı Türkiye'de yüzde 66. Yani fakir zengin ayırmadan herkesten alınan vergi yüzde 66 bütün vergilerin. Sonra bir de yüzde 23'lük bir vergi var. Maaşlardan kesilen vergi. Yani bütün çalışanların aldıkları maaştan ve emeklilerin aldıkları maaştan sadece asgari ücret kadarki payı muaf. Türkiye'de ödenen bütün maaşlardan para çekilmeden kesilen vergi var ya eline değmeden cebe çantaya girmeden bordroda kesilen vergi yüzde 23 etti mi yüzde 89. Geriye ne kalıyor yüzde 11. Bu ne? Kurumlar vergisi. Türkiye'nin dört bir yanında çalışılan üretilen, ticaret yapılan hizmet sektörü bütün alanlarda şirketlerin kazandıklarından ödediği vergi toplam verginin yüzde 11'i. Yüzde 89 bu salonda oturanlardan. Yüzde 11 başımızda parayı kazanıp göbeğini kaşıyanlardan alınan vergi var. Eğer bu ülkede iktidar değişip de Tayyip Erdoğan'ın yerine emeklinin çalışanın işçinin, memurun, çiftçinin ve esnafın dostu bir iktidar gelmezse bu vergi düzenini alaşağı tepe taklak değiştirmezse bu ülkede kimsenin sorunu çözülmez. Biz bu haksız ve namussuz düzeni değiştirmeye talibiz. Başka bir şeye değil.AKP VE MHP SEÇMENİNE MESAJ
Buradan AK Parti ve MHP'li seçmene söylüyorum. AK Parti'ye üye olmuş olmak, oy vermiş olmak, bir dönem AK Parti'de siyaset yapmış olmak bunların hiçbir tanesi bizim için husumet meselesi değil. İyi olsun diye yapılmıştır. Şüphesiz. Ya da nüfus cüzdanı alınmıştır. Mahalle başkanı tarafından kayıt yapılmıştır. Partiye üye kaydediyoruz. Her yeni kaydettiğimiz beş üyenin bir ya da iki tanesi daha önceden AK Parti'ye üye çıkıyor. Çoğunun haberi yok. O yüzden kimse şu endişeye kapılmasın. Yarın Cumhuriyet Halk Partisi gelince acaba bize bir şey olur mu? Oy verene, üye olana, siyaset yapana bir şey olmaz. Ama elinde Berkin Elvan'ın kanı olan, Soma'nın kanı olan, Amasra'nın kanı olanlar yargılanacaksınız kardeşim. Bir daha yargılanacaksınız."KOMİSYON FAALİYETLERİ DAR BİR ALANA SIKIŞTI, RAHATSIZIZ"
Bir gün sabah kalkıp da yıllardır yüzüne bakmadıklarının elini sıkanlar, hakaret ettiklerine methiye düzenler bir yanda. Biz durduğumuz yerde duruyoruz. ‘Terörsüz Türkiye diyemezsiniz.’ Diyoruz, ‘Terörsüz ve demokratik Türkiye istiyoruz’ diye söylüyoruz. Ama bir yandan ‘Efendim terörsüz Türkiye olsun ama demokrasi bunun ön şartı olmasın.’ Yok ya, ne olacak? Sen burada zulüm edeceksin, sonra öbür tarafta senin istediğin takvim bildiğin gibi işleyecek. Gelinen aşamada bazı uyarıları yapmamız gerekiyor. Komisyon faaliyetlerinin dar bir alana sıkıştırılmasından rahatsızız. İlk başta da söyledik: ‘Bu komisyon bir kişinin, bir partinin siyasi kariyer hesaplarıyla ve çeşitli al - ver hesaplarına alet edilecek bir komisyon değildir. Şehit ailelerini, gazileri üzmeden barışı getirmesi gereken, bu ülkenin parasını topa, tüfeğe, terörle mücadeleye değil; yoksullara, ihtiyaç duyanlara, geleceğine, gençlerine harcaması gereken bir süreçteyiz’ dedik.
Geldiğimiz noktada Meclis’te 10 partinin mutabakatla verdiği kanun teklifi dururken, Erdoğan ‘Efendim kayyım artık bir istisna olacak, kayyım atanan belediyeler olmayacak’ demişken, komisyon koca bir yazı yemişken, kayyım atanan 13 belediye orada duruyor. Üçü bizim, 10’u DEM’in. Diğer bir taraftan ‘Batıda seçim kazanamayacağı için Kürtler, CHP’nin listesinden birer - ikişer aday gösterilip CHP’ye oy vermek suretiyle batıdaki kentlerin yönetiminde söz sahibi edildiler.’ Bunun adı Kent Uzlaşısı iddianamesi. Kent Uzlaşısı suçlaması. Birisi sözünü söyleyemiyormuş, bir temsilci konmuş. Söz sahibi olmuş, bu terörle ilişkiliymiş. Bu ayıp ortada dururken, komisyon orada bir yandan dinliyor, dinliyor, dinliyor.
"DEVLET BAHÇELİ ÖNCE BİR YIL ÖNCE DEDİKLERİNE BAKACAK"
“Biz komisyona girerken de söyledik, bütün muhataplara da söyledik. ‘Anayasa tartışmalarına girmeyiz. Varsanız biz yokuz’ dedik. Oradaki güvenceden sonra buradayız. ‘Terörsüz Türkiye ama demokratik Türkiye’ dedik. Bir yandan ayların boşa gittiği, bir yandan farklı hesapların yapıldığı bir yerde değiliz. Devlet Bey kendi söylediklerine, kendi yaptıklarına bakmaz. ‘Efendim maksimalist talepler olmasın.’ Hangisi maksimalist talep? Demokrasi istemek, kardeşlik istemek, eşitlik istemek ne zamandan beri maksimalist talep oldu? Bir maksimalizm varsa, dünkü söylemiyle bugünkü söylemi arasında yaşadığı farktan onu Sayın Devlet Bahçeli bir yıl önceki prompter konuşmasıyla bugünkünü karşılaştırarak, hatta prompterdan çıkıp da kullandığı ifadelere bakacak önce. Ama diğer taraftan bu ülkenin gençlerinin birlikte yaşama iradesi var. Kürt’üyle Türk’üyle Laz’ıyla Çerkes’iyle Alevi’siyle Sünni’siyle, bu ülkenin gençlerinin çağı yakalaması lazım. Teknolojiye erişmesi lazım, en iyi eğitimi alması lazım. Hiçbir çocuğun doğduğunda kapatamayacağı kadar bir farkla öbüründen geride doğmaması lazım.Eğitimle, beslenmeyle, bütün imkanlarıyla bu ülkenin bütün gençlerinin geleceği güven duyması lazım. Beka sorunu dünyanın diğer ülkelerinin Türkiye’de hayal kurması değil, bu ülkenin gençlerinin dünyanın diğer ülkelerinde hayal kurmasıdır. Bunun önüne geçilmesi lazım. Vize sorunundan kurtulmak, teknolojiye erişim sorunundan kurtulmak, dünyanın en pahalı internetinden kurtulmak, okula aç gidip aç dönen çocuk sorunundan kurtulmak lazım. Bunun için hep beraber barış, kardeşlik, kaynakları doğru yere harcamak lazım. Bu iş 80 yaş üzeri üç, dört kişinin akran dayanışmasına kurban edilemez. Barış, kardeşlik, kalkınma, iş, aş, ortak bir gelecek için; ben 40’lı yaşlarını yeni doldurmuş birisiyim. Hem vallahi hem billahi ben de yaşlıyım. Dünyada böyle bir şey kalmadı. Bugün dünyayı 20’li yaşlarını tamamlayan iyi eğitimli, 30’lu yaşlarının başında cayır cayır beyinler ülkelerini şaha kaldırıyor. Demokraside de şaha kaldırıyor, kalkınmada da kaldırıyor. Bakmayın Amerika’nın başındaki soruna, bakmayın dünyayı yöneten otoriterlerin yaşına. Bu iş 80 yaş üstülerin akran dayanışmasıyla değil; Cumhuriyet’in tanımlamasıyla her yaştan gençlerin omuz omuza mücadelesiyle olacak.”








